14 Aralık 2012 Cuma

Truva Savaşı


      Asya ile Avrupa kıtaları arasında bir köprü olan Anadolu, tarih boyunca birçok uygarlığa sahne olmuş ve çeşitli medeniyetlerin kültür zenginliklerini bağrında barındırmıstır. Bu zengin geçmişiyle evrensel uygarlığın oluşmasında dünyadaki bütün coğrafyalardan daha fazla pay sahibidir.
        Anadolu Coğrafyası’nda doğmuş olan önemli uygarlıklardan birisi de Troia medeniyetidir.  Antik Dönemde olduğu kadar, tarihin her döneminde hatta günümüzde bile her kültürden insanı büyülemis olan Troia, bir efsane, bilimsel bir gerçeklik ve bir sembol olarak etkilerini sürdürmektedir.
       Yüzyıllarca kaybolmuş olan bu kenti Anadolu’daki medeniyetlerden daha önemli kılan şey şüphesiz Troia Savası Destanı’dır. Bu destan, Anadolu için bir kapı vazifesi gören Çanakkale Boğazı’nın hakimiyetini elinde bulunduran Troia Medeniyeti’ni yıkarak, zengin bir coğrafyaya sahip olan Anadolu’yu ele geçirmek isteyen batılı güçlerle, bu saldırılara karsı amansız bir şekilde direnen Anadolu insanı arasında yapılan gerçek bir savaştan doğmuştur.
       Batı toplumları tarafından oldukça önemsenen bu destana karsı Anadolu insanı her zaman ilgisiz kalmıştır. Oysaki bu topraklarda doğmuş olan bu destanı bilmek, ne kadar önemli bir coğrafyada yasadığımızı anlamamızda bize yol gösterecektir.

Troia’nın Tarihi Coğrafyası
      
     Antik Troia1 kenti, MÖ.3000 yılına kadar uzanan geçmisi ve Troia Destanı ile tarih boyunca önemli bir üne sahip olmuştur. Yapılan araştırmalar, kentin, hem kuzey güney hem de doğu-batı hattında, özellikle de deniz taşımacılığı bakımından önemli bir ticaret merkezi olduğunu göstermektedir .
      Troas Bölgesi’nin hiç kuşku yok ki en önemli kenti Troia'nın öteki adı İlion’dur. Hitit yazılı belgelerinde geçen Wilusa, Wilusija ya da Taruisa kelimelerinin kesin olmamakla beraber Troia olduğu bazı araştırmacılar tarafından kabul edilmektedir.

      Yunan mitolojisine göre Troia adının kökeni Troia kral soyunun atalarından Tros’a dayanmaktadır. İlion adı ise kentin kurucusu ve aynı zamanda Priamos’un dedesi olan İlos’tan dolayıdır.
      Troia, ülkemizin kuzeybatısında tam olarak Çanakkale Boğazı’nın güney çıkısında kurulmus, Çanakkale ilimize 30 km. uzaklıktaki antik bir kenttir. Batısında Lemnos (Limni) ve güneyinde Lesbos (Midilli) adaları bulunmaktadır. Kentin kurulduğu tepeye günümüzde “Hisarlık” denilmektedir. Bu tepenin Çanakkale Boğazı’na olan uzaklığı yaklaşık 4,5 km., Ege Denizi’ne olan uzaklığı ise 6 km. civarındadır.

      Araştırma ve Kazılar   
    
     Destanlar, yalnız tarihsel olaylarla ilgili gerçek kırıntıları taşımakla kalmayıp, aynı zamanda tarihsel coğrafya açısından da önemli bilgiler verirler. Bazen, bir yerde belli belirsiz kalıntıları bulunan İlkçağ kentinin hangi kent olduğunu yalnız destan öykülerinden yararlanarak belirlemek mümkündür. Nitekim Antik Troia kenti de Homeros’un İlyada adlı destanından yola çıkan H. Schliemann tarafından bu sekilde  tespit edilmiştir. Bilimsel kazı yöntemleri hakkında hiçbir bilgi ve deneyimi olmayan Schliemann, tarihsel kalıntılara çok büyük zararlar vermiştir. Ancak Troia’nın yerini saptamasına rağmen kendisine inanmayan bilim dünyası kanıtlar çoğalınca yıllar sonra da olsa yitik Troia Kenti’nin ortaya çıkarılması onurunu kendisine vermiş ve onu alkışlamıştır.
    Schliemann sonrası kazılar daha önce Schliemann ile çalışmış olan mimar W. Dörpfeld başkanlığında sürdürülmüş ve böylece ilk sistemli Troia kazıları da başlamıştır. Dörpfeld çalışmalarını ve bulgularını 1902’de iki cilt olarak hazırlanan “Troia und Ilion” adlı kitabında yayımlamıştır.
     Araya giren savaşlar nedeniyle yüz üstü bırakılan kazılar 1932 yılında C. Blegen yönetiminde Amerikalı bilim adamları tarafından yeniden başlatılır ve 1938 yılına kadar devam eder. Blegen’in kazılarında amaç yalnızca Homeros Troiası’nı bulmak değil, aynı zamanda önemli bir uygarlık olan Troia’nın bölgedeki stratejik ve tarihi önemini aydınlatmaktır. Nitekim öyle de olmuştur. Blegen, kazı raporlarını AJA’a (American Journal of Archaeology) yayımlamıştır.
     Troia kazıları elli yıllık bir aradan sonra 1998 yılında Almanya Tubingen Üniversitesi öğretim üyesi, aynı zamanda Tarih Öncesi ve Erken Tarih Dönemleri Anabilim dalından Prof. Dr. M. Korfmann ve ekibi tarafından yeniden başlatılmıştır. Korfmann’ın 2005 yılında ölümü üzerine, bu tarihten itibaren kazılara E. Pernicka başkanlığında devam edilmektedir. Tüm bu kazılar sonunda kent büyük ölçüde ortaya çıkarılmış bulunmaktadır. Erken Tunç Çağı’ndan Bizans’a kadar uzanan bir dönemi kapsayan höyük, en az 43 yapısal dönemi ve 10 katmanı barındırmaktadır. 
    
   Katmanların zaman çizelgesi şöyledir:

Troia I MÖ. 3000-2600
Troia II MÖ. 2600-2350
Troia III MÖ. 2350-2200
Troia IV MÖ. 2200-1900
Troia V MÖ. 1900-1700
Troia VI (Erken) MÖ. 1700-1570
Troia VI (Orta) MÖ. 1570-1470
Troia VI (Geç) MÖ. 1470-1300
Troia VIIa MÖ. 1300-1200
Troia VIIb1 MÖ. 1200-1130
Troia VIIb2 MÖ. 1130-1050
Troia VIIb3 MÖ. 1050 - 950
Troia VIII MÖ. 750 - 85
Troia IX MÖ. 85- MS.500
Troia X MS. 1100 –1306



     Yunan Mitolojisi’nde, Troia Savaşı fikrinin ilk olarak dişi toprak ana Gaia ile yıldızlı gökyüzünü simgeleyen esi ve oğlu Uranus’un kızları yasa tanrıçası Themis tarafından, yeryüzü nüfusunun aşırı derecede artmasına karsı bir önlem olarak ortaya atıldığı söylenir. Bu mitolojik olaya göre Troialılar ve Akhalar ya da daha özelde Eris, Helena, Paris vb. kişilikler, kaderin gerçekleşmesi için seçilmiş birer piyondurlar sadece. Bir başka efsanede ise savaşın Aphrodite tarafından, sırf krallığı Priamos’tan alıp kendi soyuna vermek için çıkarıldığı söylenir. Bilindiği gibi Aphrodite Aineias’ın anasıdır. Öncesi ve sonrası ile 40 yıllık bir dönemi kapsayan Troia Savası ile ilgili ilk kıvılcım, deniz tanrıçası Thetis ile Pythia kralı Peleus’un düğününde çıkarılır. Kavga tanrıçası Eris, bas tanrı Zeus’un talimatıyla üzerinde “en güzele” yazılı elmayı konukların arasına atar. Bunun üzerine tanrıçalardan Hera, Athena ve Afrodite arasında bir güzellik tartışması alevlenir. Zeus, bu karışık durumda karar vermeyi reddeder ve bu görev için Troia Kralı Priamos’un oğlu Paris’i tayin eder. Üç tanrıça Hermes’in kılavuzluğunda Paris’in yanına varır. Aphrodite genç adamı ask dolu bir yasam vaadiyle kandırır. Paris, kız kardeşi Kassandra’nın felaket kehanetlerine aldırıs etmeyerek Helena’yı kaçırır, çünkü ona göre bu Aphrodite’nin vaadidir.

          Sparta kralı Menelaos, abisi Akha kralı Agamemnon’dan yardım ister. Troialılar ile yapılan görüşmeler sonuç vermeyince, askeri güç kullanımına karar verilir. Uzun ve problemli bir hazırlık ve yolculuktan sonra Akha ordusu Troia’ya ulaşır. Savaşın ilk 8 yılındaki karşılıklı çarpışmalardan sonra 9. yılda Achilleus’un öfkesi ile Homeros’un İlyadası baslar. Achilleus, Ege bölgesine yaptığı çapulculuk seferleri sırasında getirdiği Lyrnessos Apollon Tapınağı’nın rahibi, aynı zamanda Chrysa Apollon Tapınağı’nın rahibi Chryses’in de kardeşi olan Brises’in kızı ganimeti Briseis’in, Agamemnon tarafından elinden alınmasına sinirlenerek savastan çekilir. Onun çekilmesiyle savasın seyri Zeus’un isteği ile Troialılar’ın lehinde gelismeye baslar. Agamemnon’un pismanlığına, tüm ısrarlarına ve Briseis de dahil bir sürü ganimet önerisine rağmen Achilleus savaşa dönmez. Bu durum, Patroklos’un tekrar savaşa dönüp Hektor tarafından öldürülmesine kadar devam eder. Arkadaşının ölümüyle öfkesinden vazgeçen Achilleus tekrar savaşa döner ve Hektor’u öldürür. Babası Priamos, tanrıların isteği doğrultusunda oğlunun cesedini fidye karşılığında Achilleus’tan alır ve Hektor için büyük bir cenaze töreni düzenlenir. 
    Savaşın bundan sonraki bölümünde Troialılar’a yardıma gelen Amazonlar Kraliçesi Penthesileia ve Etiyopya (Habeşistan) Kralı Memnon’u öldüren Achilleus’un kendisi de tanrı Apollon’un yardımı ile Paris tarafından öldürülür. Aias’ın intiharı ve Paris’in ölümü, kuşatma öncesi meydana gelen son büyük olaylardır. Savaşın sonlarına doğru Akha ordusunun içerisinde huzursuzluklar baslar. Troia’dan umudunu yitiren bazı komutan ve askerler, uzun süre ayrı kaldıkları yurtlarına, evlerine dönmek isterler. Ancak, bir yandan da ailelerinin kendilerinden
ganimet beklemeleri dolayısıyla eli boş dönmek istememektedirler. Sonunda Akhalar kenti kuvvetle alamayacaklarını anlarlar ve bir savaş hilesi olan tahta at ile Troya’yı ele geçirirler. Kentte büyük bir katliam baslar. Erkekler kılıçtan geçirilir. Hatta Hektor’un üç dört yaslarında oğlu Astyanaks da bu mezalimden nasibini alır. Amaç Priamos’un soyunu kurutmaktır. Kadınların ise, kiminin ırzına geçilir (Kassandra), kimisi kurban edilir (Polyksena), kimileri de köle olarak uzak diyarlara doğru sürüklenir (Hekabe, Andromakhe). İşte dünyanın en dramatik ve en insancıl destanı olan Troia Destanı’nın kısaca özeti budur.


     Troia Savası’nın Sosyal ve Siyasal Nedenleri ve Etkileri
Antik Troia kenti, sahip olduğu coğrafi konumu nedeniyle her zaman Doğu ile Batı arasındaki mücadeleye, çeşitli savaşlara sahne olmuştur. İki dünyanın kapısını açan bir kilit vazifesi gören kenti ele geçirebilmek için tarih boyunca çeşitli halklar, ordular Çanakkale Boğazı’na saldırmışlardır. Efsaneye göre üvey annesinin şerrinden kaçan Boiotia kralının kızı Helle, altın koç üzerinde uçarken boğaza düşüp boğulduğu için,
Antikçağ’da boğaza Helles Pontus (Helle’nin Denizi) adı verilmiştir. Homeros’a göre Troia Savaşı, Yunanistan’da oturan Akhalar (Myken) ile Anadolu’da oturan Troialılar arasında gerçekleşmiştir. Bu savaşta Akhalar Batı dünyasını, Troialılar ise Doğu dünyasını temsil etmişlerdir. Bu yüzden Doğu ve Batı dünyalarını ilk kez karsı karsıya getiren bu savaşa “Antikçağ’ın I. Dünya Savası” yakıştırması yapılmıştır. Homeros’a göre Troia Savaşı’na bir kız kaçırma olayı sebep olmuştur. Troia Kralı Priamos’un oğlu Paris, Myken Kralı Agamemnon’un kardeşi, Sparta Kralı Menelaos’un karısı Helena’yı kaçırınca, büyük bir ordu hazırlayan Akhalar savaşı başlatmıştır. Oysa bu efsane ticaret ve çıkar kaygılarıyla yapılan gerçek bir savastan doğmadır.

     Troia, Almanya’dan Tuna, Rusya’dan Dnyester ve Ukrayna’dan Dnyeper nehirleri aracılığıyla üç çıkışa sahip Karadeniz’e, Ege Denizi’nden açılan bir kapı işlevi gören Çanakkale Boğazı’nın kontrolünü elinde tutmuştur. Yüzyıllar boyu Boğaz’a hakim olan elverişsiz rüzgar ve akıntılar gemilerin, Karadeniz’e yönelmelerini engellemiş ve bu gemileri uygun koşullar oluşuncaya değin uzun süre, Troia’nın bugün Beşike Koyu diye bilinen limanında beklemek zorunda bırakmıştır. Troia yüzyıllar boyu bu limandan yararlanma ayrıcalığı karşısında büyük miktarda gelir sağlayarak bulunduğu coğrafi konumun avantajı ile oldukça büyük bir zenginliğe ulaşmıştır.
Hellas’ta ilk Grek kültürünü oluşturan Linear B yazısının sahipleri Akhalar ise, Yunanistan’ın coğrafik açıdan elverişsiz olan arazi şartlarının zorlaması neticesinde daha MÖ. 2. binin başlarından itibaren denize yönelmek zorunda kalmışlardır. Özellikle MÖ. 16. yüzyıldan itibaren Doğu Akdeniz memleketleriyle yoğun bir ticari ilişki içerisine girmişlerdir. MÖ. 1400 yıllarına kadar Girit’teki Minos Krallığı’nın egemenliğine boyun eğen Akhalar, bu tarihten itibaren Akdeniz sularının gerçek hakimi olmuşlardır. Homeros’un “Achaioi” dediği bu ilk Hellen kavmi daha MÖ. 16. yüzyılda Miletos’a yerleşmiş ve orada ya da biraz daha güneyde, MÖ. 14. ve 13. yüzyıla tarihlenen Hitit kaynaklarında sözü edilen Ahhiyyava Krallığı’nı kurmuşlardır. MÖ.
1400-1200 yılları arasındaki dönem Akha Medeniyeti’nin en parlak çağı olmuştur. Üretmiş oldukları zeytinyağı ve şarabı, Kıbrıs, Ugarit, Rodos, Mısır vb. memleketlere ihraç ederek bu yoğun ticari faaliyetler neticesinde oldukça zenginleşmişlerdir.
 
















           MÖ. 13. yüzyılın ortalarından itibaren Akdeniz’deki Akha ticareti sekteye uğramaya başlar. Bunda hiç şüphesiz Anadolu’daki Hitit İmparatorluğu’nun, IV. Tuthaliya Dönemi (MÖ. 1250-1220) ile beraber Arzava beylikleri ve Kaşgalar’ın saldırılarıyla parçalanma sürecine girmesi ve pek çok kavmin isyan ederek bağımsızlıklarına kavuşmasının büyük rolü vardır. Böylece Akdeniz’de korsanlar türemeye başlamış ve Akhalı tüccarların can güvenliği tehlikeye girmiştir. Bu, geçimini tamamen deniz ticaretinden elde eden bir kavim için çok kötü bir durumdur. Yeni pazarlar aramaya başlayan Akhalar için Karadeniz sahilleri bulunmaz bir nimettir fakat bunun için Çanakkale Boğazı’nı geçmek gerekmektedir. Oysaki bu boğaz Troialılar’ın hakimiyetindedir. Öyle ise hedefe ulaşmak için tek çare Troialılar’ı buradan atmaktır. Bu sonuca göre Akhalar, Troia’nın akıl almaz zenginliği ve Karadeniz’e doğru engelsiz bir çıkış sağlayan Çanakkale Boğazı’nın kontrolünü ele geçirmek için Troia’ya saldırmış olmalıdırlar.



24 Kasım 2012 Cumartesi

HİTİT MİTOLOJİSİ - KUMARBİ


GİRİŞ        
          Din ve mitoloji ile ilgili ilk yazılı belgeler Sümerlere aittir. Mezopotamya’da ilk kez yazılmaya başlayan mitolojik hikayeler Hurriler aracılığıyla Hititlere geçmiştir. Doğu ve Batı kültürleri arasında geçiş noktası konumundaki Anadolu’nun, Hitit egemenliğinde olması, bu edebi ürünlerin onlar sayesinde Eski Yunan Uygarlığına taşınmasını sağlamıştır.
          Din, insanoğlunun varoluşundan itibaren onun toplumsal yaşamını belirlemede önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Din kisvesine bürünmüş kurallar, özellikle çok tanrılı dinlerin egemen olduğu toplumlarda, daha yoğun olarak kendisini göstermektedir. Çok tanrılı dinlerin yaşamasını ve yayılmasını sağlayan en belirleyici husus, herhangi bir kurala bağlılık değil, belirli hareketleri ve görevleri yerine getirme geleneğidir. Bu açıklamadan yola çıkarak yerine getirilmesi gereken ritüeller, dinin toplum içindeki devamlılığını sağlayan en önemli etkenlerdir.



HİTİTLERDE DİN
  
    Hitit dini çok tanrılı bir dindir. “Bin Tanrılı Din” olarak da
bahsedilmesinden anlaşıldığı gibi Hitit panteonunda Sümer, Hatti, Akkad, Asur, Babil, Luwi, Pala ve Hurri tanrıları bulunmaktadır.
      “Bin tanrılı” Hitit pantheonu, yalnızca Anadolu tanrılarından oluşmuyordu. Bu yabancı tanrı ve tanrıçalar arasında özellikle Mezopotamya kökenlilerin çok saygın bir yer tuttuklarını gerek resmi ve dinsel metinlerden, gerekse efsanelerden öğrenmekteyiz. Ninive İştar’ı, suların tanrısı Ea ve karısı Damkina, Güneş tanrısı Şamaş ve karısı Aya, Ay tanrısı Sin ve karısı Ningal bunlardan bazılarıdır. 
        Toplumların kendine özgü kültürel öğeleri, o toplumun dinsel unsurlarını önemli ölçüde etkilemektedir. Hititler, Anadolu’ya gelmeleri ile birlikte birçok Anadolulu unsuru kendi bünyelerinde birleştirerek yeni bir kültür oluşturmuşlardır. Bu sayede toplumsal ve dinsel kurallar şekillenmiş ve özellikle farklı kültür unsurları bir araya gelerek farklı dinsel yapıların oluşmasına zemin hazırlanmıştır.
     Hititlerde Tanrılar insan biçiminde düşünülmüştür. Yalnız biçim olarak değil her yönüyle insana benzetilmiştir. 
1- Tanrılarda yerler, içerler,  acıkırlar, çalışırlar, sevinirler, öfkelenirler,
2- Onlarda yapılan büyülerden etkilenirlerdi. 
3-Onlarında insanlar gibi tutkuları zayıf ve güçlü yönleri vardır.
4-Krallarınkine benzer bir haremleri de vardı. 
5-Çözülmesi zor sorunlarda fikir alışverişinde bulundukları bir danışma meclisleri vardı.
      Böylece tam bir insan gibi hayal edilen tanrıların betimleri de doğal olarak insan biçimindeydi ve tanrıların yontuları onların yerini tutmaktaydı.
       Kumarbi efsanesinde  adı geçen tanrılar:
       Alalu
      Anu
      Teşup
Alalu: Hurri kökenli ilk göktanrısıdır.
Anu: Alalu’dan sonra köklere hakim olan tanrıdır. bazi yerlerde  ‘’an’’ olarakta gecer ve yeryüzü tanrıçası  “ki" ile evlidir. İkisinin birleşmesinden ağaçlar ve bitkiler oluşmuştur. Enki'nin babasıdır.  Ayrıca Anşar ile kişar’ın oğludur.
Teşup:  Hititlerin fırtına\iklim\gök tanrısıdır. En yüce tanrıdır.















EFSANENİN KONUSU

  Hurri kökenli bir efsanedir. Efsaneye göre gökyüzününhükümdarı Alalu imiş. Tahtta Alalu oturur, tanrıların birincisi olan Anu ona içkiler sunarmış. Alalu’nun egemenliği dokuz yıl sürmüş. Derken Anu, Alalu’ya savaş açmış, onu yenerek karanlık topraklara sürmüş, sonra da geçip Alalu’nun tahtına oturmuş. Anu’nun Alalu’ya hizmet edişi gibi bu kez de Kumarbi aynı biçimde hizmet etmiş Anu’ya. Bu hizmet de dokuz yıl sürmüş; dokuzuncu yılın sonunda da Kumarbi, Anu’ya savaş açmış. Anu, Kumarbi’nin elinden kaçarak gökyüzüne çıkmaya çalışırken Kumarbi ayaklarından yakalayarak aşağı çekmiş onu. Sonra da erkeklik organını ısırmış Anu’nun ve yaptığından sevinç duymuş. Anu şöyle demiş Kumarbi’ye:  “Tohumlarımı yuttuğun için boşuna sevinme. Ben senin için ağır bir yük koydum. Önce güçlü fırtına tanrısına gebe bıraktım seni, sonra Aranzah (Dicle) ırmağına, üçüncü olarak da Taşmişu’ya...” Bu efsane, tanrılar arasındaki gökyüzünü ele geçirme kavgasını anlatıyor görüldüğü gibi. Bir başkaldırmalar öyküsü. 
Bu öyküden yüzyıllarca sonra yaratılan Theogonia efsanesinde de konu neredeyse aynı. Hesiodos’un bu yapıtına göre göklerin hükümdarı Uranos imiş. Uranos gök anlamına geliyor zaten. Acımasız bir hükümdar olan Uranos, doğan çocuklarını doğruca yerin altına gönderir. Bu durumdan onun anası ve karısı Gaia (yer, toprak) da şikayetçidir. Uranos’tan doğan bütün oğullarını babalarına karşı kışkırtır. Ama biri dışında, hepsinin de ödü kopmaktadır Uranos’tan. İçlerinden yalnızca Kronos yürekli çıkar. Anasının ak çelikten döverek yaptığı tırpanı alır ve onunla babasının hayalarını keser. İşlediği bu cinayetle de babasının tahtına geçerek göklerin egemeni olur. 










13 Kasım 2012 Salı

ETRÜSK YAZITLARI

LEMNOS-KAMİNİA


Bu stel Lemnos adasında bulunmuştur. Mezar steli olduğu düşünülmektedir. Mısır'da kapıların iki yanına da mızraklı insan figürü kabartmaları yer almaktadır. Mısır etkisinin olduğu söylenebilir. Stel okunabilir fakat anlaşılamıyor.



PYRGİ





Altın üzerine yazılmış yazılar da vardır. Biligual özellik taşır. Kartaca ve Etrüsk dilindedir. Yazıt okunamıyor.



LİBER LİNTEUS



Zagrep Müzesi'nde sergilenmektedir. Keten kitap olarak da bilinir. Dini takvim niteliğindedir, törenlerin nerede yapılacağına ve hangi hanrıya ne sunulacağı yer alır. Kitap 1300 kelime 230 satırdan oluşur. Harf yüksekliği 5-7 cm'dir. 340x35 cm boyutlarında keten bir bez üzerine yapılmıştır.12 sayfa olışturacak şekilde bir içe bir dışa katlanmıştır.
Esere bilinmeyen bir nedenle Mısır'da (M.Ö. 1. yy'da) ulaşılmıştır. Eser şeritler halinde kesilip mumya sargısı olarak kullanılmıştır. Eser tesadüfen bulunmuştur.



TABULA CORTONENSİS






M.Ö. 3.\2.yy'a tarihlenmektedir. Branı levha üzerine Etrüskçe yazılmış bir eserdir. Eserde arazi alım satımı ile ilgili kurallar anlatılmaktadır. 30x46 cm boyutlarındadır. Önde 32, arkada 8 satır  vardır. toplam 206 kelime içermektedir. bilerek kırılmış gibi bir görünümü vardır.


PİACENZA - ÇİĞER FALI



M.Ö. 3.\2. yy bronz çiğer modeli. Çiğer falı Etrüskler için önemli. İç organları tanrılara adak olarak veriyorlardı.



MALENA




Etrüsk aynası. Malstra. bronzdan yapılmış bir aynadır. M.Ö. 4. yy'a tarihlenir. aynanın üzerinde çiğer falına bakan bir kain yani kaykos yer almaktadır.




10 Kasım 2012 Cumartesi

Etrüskler

     Yunanca Tyrrhenoi\Tyrsenoi, Latince Tusci.\Etrusci, Mısır yazıtlarında Tursha, kendi dillerinde ise Rasenna\Rasna adlarıyla anılmaktadırlar.
Kökenlerine dair 3 sav vardır:

  •  Doğudan geldikleri (Halikarnassos'lu Heredotos savı)
  •  İtalya'nın yerlisi oldukları (Halikarnasos'lu Dionysios)
  •  Alplerin kuzeyinde yeralan Raetia bölgesinden geldikleri savı
     Etrüskler, bağımsız kentlerde yaşayan, farklı sııflardan oluşan içine kapanık bir halk idi. Yunan'ın aksine, etrüsk toplumunda kadın, erkeğin yanında önemli bir konuma sahiptir.
     Oniki bağımsız kentten oluşani Tarkhon'un kurduğu 12 kent birliği'nin merkezi, Volsinii yakınlarında Fanum Voltumnae'de bulunuyordu. Burada her yıl dini ve siyasi toplantılar yapılıyor törenler ve spor yarışmaları düzenleniyordu.
     M.Ö. 7. y.yılın 2. yarısında güneyde, merkez, Capua, m.ö. 6.y.yılın sonunda Co ovasında merkezi Felsina olan 12 kent birliği kuruldu. 12 sayısı kutsaldı ve değişmiyordu.
     Tarih sürecinde etrüskler, tümüyle birleşerek güçlü bir devlet kuramamışlar, farklı koşullarda yaşamışlardır:
     M.Ö. 7.y.yılda asillerin seçtiği ''Lucumon'' denilen, dini ve siyasi lider konumundaki krallarla yönetiliyorlardı.
     M.Ö. 6.y.yılda zenginleşen tüccar tabakası, idarede söz sahibi oldu. bazı yerlerde krallık, yerini oligarşiye bıraktı.
     M.Ö.4.y.yılda tarımın ön plana çıkmasıyla köylülerin yönetime katılması sağlandı.  
     M.Ö.3.y.yıldan itibaren Roma'nın politik üstünlüğü Etrurya'da ağırlık kazanınca Etrüsk kentlerinden çoğu, roma fedarel sistemine bağlandı. Etrüskler, yalnızca kültür ve sanat alanında otonomiye sahip oldular.                                     
     Etrurya'nın kuzey ve güney kesimleri arasındaki jeolojik yapı farklılığı, etrüsklerin mimari, sanat ve geleneklerini, kısaca kültürlerini derinden etkilemiştir.
     Etrurya'nın büyük ticaret kentlerinden -Populonia hariç- hiçbiri deniz kıyısında kurulmamıştır. Stratejik nedenlerden dolayı denizden birkaç kilometre içerde bulunan ticaret merkezlerinin bir veya birkaç özel limanı vardı.
    Güney Etrurya, volkanik tüf yapıda olup, akarsuların oyduğu derin vdilere ve sarp yamaçlı yüksek ovalara sahiptir. M.Ö. 7.-5. y.yıllarda, gelişimlerinin en üst düzeyine erişen kentleriyle Güney Etrurya, deniz ve kara ticaretini tekeline almıştır.
    Kuzey Etrurya, kum ve kireçtaşı yapıda yassı tepeler üzerine kurulmuş seyrek yerleşmelere sahipir. kentler iç kesime yönelmiş ve genelde surla çevrilmiştir. geçimi tarıma dayalı olan bölge, güneye oranla daha yavaş gelişim sürecinde en parlak dönemini, M.Ö.4.-1. y.yıllarda yaşamıştır.